Kalbime demir atmış sevdan
kelebek misali ömrüm
bir göz açıp kapayana kadar
sırtlandım
sana olan sevgimi
dur durak bilmeden
son nefesimi verene kadar.
Hayatım,hep sürprizlere gebe idi,
Ben ki yaşayacaklarımdan habersiz,
“Hayatım en
başından bu yana sürprizlere gebe idi. Fakat ben yaşayacaklarımdan habersiz,
yaşadıklarımın yasını tutuyordum.”
- MUHAMMET TATLI'NIN KALEMİNDEN...
KELEBEKLERE Mİ ÖZENDİN?
Yıllardandır her sabah saat 07: 00’da çalan
alarmla uyanmanın vermiş olduğu alışkanlıkla on beş dakika daha uyuyabilmek
için çalan alarmı yataktan elimi uzatıp kapatmaya çalışıyordum. Alarmın
düğmesine bastıkça alarm daha da şiddetleniyordu. Çalan alarmı duymamak için
yorganı başımın üzerine çekip kendimi alarm sesinden izole etmeye çalışıyordum.
Fakat alarmın sesini kapıya vurma sesi alınca bir an duraksadım ve başucumda
duran telefonumu elime alıp saate bakmıştım. Pencereden yüzüme vuran ay ışığı
eşliğinde saatin daha beş olduğunu ve çalan şeyin alarm olmadığını anladım ve
birazda korkuyla yataktan fırladım. Sabah saatin beşinde kapım çalınıyordu ve
kim olduğunu bilmiyordum. Biraz korkarak birazda aslında merak içinde kapıya
doğru koşar adımlar eşliğinde ilerledim. Kapıya doğru ilerlerken bir anda
duraksadım ve aklıma kahvaltı yaparken gazetelerin üçüncü sayfasında okuduğum
kadın cinayetleri gözümden geçiyordu. Herkesin hayran olduğu koca şehir denilen
İstanbul da beşinci yılımdı ve ilk defa bu saatte kapımın zili çalınıyordu.
Yavaş yavaş korkumu içimde oluşan kim merakı bastırıyordu. Hızlı bir şekilde
mutfağa geçip hep filmlerde gördüğüm tavayı elime alıp kapıya ulaştım.
Zil bir anda duraksamıştı ve o anda
merakım baskın geldi ve titrek bir sesle:
“Kim
o?”dedim.
Zarif ve
narin bir sesle birazda özlem belirten bir şekilde kulağıma gelen o ses:
“Ben” dedi.
Aman tanrım
dedim. Altı aydır biriktirdiğim özlemle kapıyı öyle bir açmıştım ki bütün
apartman kapının sesini duymuş olmalı ki karşı dairede ki Kemal amca ve tonton
eşi de olan biteni anlamak için kapıya çıkmışlardı.
Karşımda altı aydır haber alamadığım canım
arkadaşım, annem, babam, ailem kısaca her şeyim olan Yelda duruyordu. Ona bir
an önce sarılmak için can atarken Kemal amca ve eşine sorun olmadığını söyledim
ve çıktıkları için teşekkür ettim. Kemal amca kapıyı kapatır kapatmaz hemen
Yelda’ya sarıldım. Sanırım beş dakika boyunca ağlayarak birbirimize
sarılmıştık. Altı aylık birbirimize biriktirdiğimiz özlemi kapıda sarılarak
gideriyorduk. Yelda sulu gözlerle:
“ Beni
içeriye almayacaksın galiba Canan” dedi.
O kadar çok özlemiştim ki kapıda olduğumuzu
bile unutmuştum aslında. Hemen bu anın rüya olup olmadığını anlamak için
kendimi tokatlıyordum rüya değildi, Yelda karşımda duruyordu. Hemen sırtındaki
çantayı aldım ve içeriye girdik. Gözyaşlarım yerini mutluluğa bırakmıştı
karşılıklı olarak koltuklara oturduk. Biraz sitemli bir şekilde:
“Hoş geldin
evine kuzum” dedim.
Yelda’nın yorgunluğu, uykusuzluğu yüzünden
okunuyordu. Yorgun ve bitkin bir şekilde Yelda:
“Hoş buldum kuzum”
dedi.
Biraz birbirimize baktık, aslında
cevaplanması gereken binlerce soru vardı. Yelda aklımı okumuş gibi hemen:
“Bütün sorularına cevap vereceğim ama uyumam
gerekiyor artık buradayım bir yere gitmeyeceğim söz” dedi.
Yorgunluğu ve uykusuzluğu her halinden
belliydi. Hiçbir şey söylemeden hemen ona yardım ederek onu odasına götürdüm.
Üzerini bir anne şefkatiyle örterek alnına öpücük kondurdum. Arkamı döndüm ve gözümü
alan ışığı söndürdüm. Kapıdan çıkıyordum ki Yelda:
“İyi ki
varsın Cananım” dedi.
Bende hemen
aynı şekilde:
“Sende iyi ki varsın kuzum” dedim ve sessizce
kapıyı kapattım.
Sabah işe gideceğim aklıma geldi uyumam
gerektiğini düşündüm. Uykum kaçmıştı. Zorda olsa biraz uyumalıydım yatağa
geçtim uyumak için ama uyuyamıyordum saate baktım ve uyanma vaktim yaklaşıyordu
aklımdan kahve yapmak geçti ama Yelda’yı uyandırmamak için bu düşüncemden
vazgeçtim. Yatağa oturdum ve sağıma soluma bakınırken dolapta bulunan fotoğraf
albümü gözüme çarptı. Yavaş bir şekilde kalkıp albümü aldım. Yatağa geçip
albümümün ilk fotoğrafını açtım.
Ben
ve Yelda hem yetim hem de öksüzdük. Yelda ile yetiştirme yurdunda tanışmıştık.
Yelda annesini ve babasını bebekken bir trafik kazasında kaybetmiş. Benim
durumum ise aslında biraz daha farklı idi, bir babam vardı ve yaşıyordu ama
benim için ölmüştü. Babam eve hep sarhoş gelirdi annemin elinde avucunda ne
varsa alırdı. Şuan hayal meyal hatırlıyorum. Aslında hiç unutmadım dört yaşına
girdiğim gece, yani doğum günümde annem ben çok istediğim için bana küçük bir
doğum günü pastası almıştı. Gece mumları üfleyecektim ki babam sarhoş bir
şekilde yine eve geldi annemden para istiyordu. Annem yok dedikçe dövmeye
başlamıştı. Korkudan ağlıyordum küçük bir çocuk için anne her şeydi ve benim
her şeyimi sarhoş babam dövüyordu. Pastayı gören babam daha da şiddetlendi hani
para yoktu diyerek pastayı camdan dışarıya attı. O cani adam anneme öyle
vuruyordu ki koştum yapma diye kolundan tuttum ama bana da vuruyordu hiç
acımadan. Annem bayılmıştı ya da ben bayıldığını zannediyordum, babam gitmişti,
sabaha kadar annemin uyanmasını beklemiştim ama annem ölmüştü, bilmiyordum
çocuktum. Annemin öldüğünü toprağa koyarlarken anlayabilmiştim. Annemi döverek
öldürdü o cani adam! Onu da hapishaneye götürdüler beni de çocuk yetiştirme
yurduna götürmüşlerdi. Çocuk yetiştirme yurdundaki ilk gün konuştuğum Yelda idi
bana sarılmıştı. Yelda üç senedir oradaymış bana kucak açmıştı. İşte bizim
Yelda ile tanışmamız böyle olmuştu. O günden sonra hiç ayrılmadık lakin bir
mart günü mektup bırakıp gidene kadar. Tam altı aydır ayrıydık nerede olduğu,
kimle olduğu hakkında hiçbir fikrim yoktu ve ilk defa bu kadar uzun süre ayrı
ve birbirimizden habersizdik. Yarın kafamdaki tüm soruları yöneltecektim.
Akşamın olmasını iple çekiyorum ama on beş dakika içinde hazırlanıp yola
çıkmazsam işe geç kalacaktım. Hemen hazırlandım ve yola çıktım ben işteyken
Yelda iyice dinlenir ve akşam yemekten sonra uzun uzadıya konuşurduk nasıl olsa
gelmişti, içip rahatlamıştı.
Akşam için ve ardından gelecek olan pazar
tatili için, önce aşmam gereken kocaman bir İstanbul trafiği vardı. Aklımdan
taksiye binmek geldi ama İstanbul şartlarında yaşıyorsanız ay sonu için planlı
olmanız gerekiyordu. Kalbim taksiden yana aklımsa her zaman ki gibi Metrodan
yana idi. Aslında her gün bu ikilemi yaşıyordum fakat kazanan hep aklım ve
mantığım oluyordu. Bir gün kendi arabamı aldığım da bu iki seçenekte devre dışı
kalacaktı ama sekreter maaşıyla bu iki şıkkı devre dışı bırakmak zor değil, imkansız
gibi bir şey olarak gözüküyordu.
Haftanın son
iş günü bekleyen binlerce iş gözümü,
Yelda ne
yapıyor?
Uyandı mı?
Kahvaltı
yaptı mı? gibi sorularda aklımı yoruyordu.
İşe kendimi kaptırmıştım, zaman hızlı
geçiyordu. Saat akşamüzeri beş civarları son işleri de halledip eve doğru yola
koyuldum. Eve varmadan önce markete uğrayıp birkaç şey aldım. Evde Yelda olduğu
için kapının ziline bastım. Bir iki dakika bekledim art arda basınca içeriden
Yelda’nın sesi geldi:
“Geldim. Birazcık bekle” dedi.
Tam çantamdan anahtarımı çıkarıyordum ki kapı
açıldı. Yelda elleri hamurlu bir şekilde açmıştı. Kapı açılır açılmazda burnuma
güzel güzel yemek kokuları geliyordu. Anlaşılan yemekler tatlılar bugün Yelda
hanımdan idi. Bir an gözüme eski günlerimiz geldi. Yelda işten hep benden önce
gelirdi yemekleri hazırlar beni beklerdi. Kaldığımız yerden devam ediyor
gibiydik bugün. Yelda mutlu gözüküyordu, sabah ki yorgunluğundan eser
kalmamıştı. Hemen boynuma atlayıp beni kolları arasına aldı ve Yelda:
“Hoş geldin kuzum, ben de senin en sevdiğin
kurabiyeyi yapıyordum. Yemek hazır, masayı hazırladım. Üzerini değiştir gel
hadi, bugün bendensin benim yemeklerimi özlemişsindir” dedi.
Bende
gülerek:
“Bu
yaptıkların suçunu affettirmez Yeldacığım, beş dakikaya geliyorum “dedim.
Aylardır pizza yemekten bıkmıştım, bugün bir
güzel karnımı doyuracaktım hem de eski günlerde ki gibi Yelda’nın yemekleriyle.
Yelda geri gelmişti, yarın pazardı, kafam çok rahattı aylardır ilk defa rahat
bir pazar geçireceğim için de çok mutluydum. Lavaboda elimi yüzümü yıkayıp,
üzerimi değiştirdim ve masaya geçtim. Masaya baktığımda Yelda’nın sabahtan bu
yana yemek yaptığını düşünmüştüm. Tek eksik aslan sütü dedikleri kadar vardı.
Ben masayı süzerken, Yelda da masaya geldi ve karşıma oturdu.
Birbirimize baktık ve ikimiz de
gülüyorduk. Oturduğumuz sandalyelerden kalkıp sıkıca birbirimize sarıldık.
Aslında Yelda’ya kızgınlığım geçmişti. Yapmış olduğu benim açımdan ne kadar
yanlış olsa da sonuçta Yelda benim her şeyimdi. Gitme kararını alırken de belli
sebepleri olduğunu, kendince doğruları olduğunu düşünüyordum. Yemekten sonra
uzun uzadıya sürecek kahve sohbetimiz ve Yelda’nın olan biten her şeyi
anlatacağı evreye geçmek istiyordum. Duraksadım, Yelda’nın gözlerine bakarak:
“Bak bak eserinle övün, eskisi gibi
kollarınla saramıyorsun beni, pizza yemekten ne hale geldim. Hadi biran önce
masaya geçelim çok açım yemeğimizi yiyelim. Yemekten sonra özlem gidermeye
devam ederiz.” dedim.
Yemeğe geçmiştik, bugüne özel sevdiğim ne
varsa onları yapmış benim için Yelda. Aylardır özlediğim aile ortamına
Yelda’nın gelmesiyle kavuşmuştum. Cevapsız kalan sorularımın cevaplarını almak
için hızlı bir şekilde yemeği yedim. Yelda’ya da hızlı yemesini söylemiştim.
Yemek olabildiğince lezzetli olmuştu.
Yelda’ya bakıp:
“Ellerine sağlık kuzum, gerçekten çok güzel
olmuş.” dedim.
Yelda da bana:
“Afiyet olsun kuzum, yemekler bendendi, artık
kahveleri de senin ellerinden içeriz. Benim kahvem büyük boy olsun, galiba gece
uzun sürecek.” dedi.
Bende hemen gülerek:
“Hay hay efendim ne demek, eğer isterseniz iki
lira farkla yumuşak sohbetli bir kahve yapabilirim.” dedim.
Uzunca gülüştük, aslında masadan hiç kalkmak
istemiyordum, üzerime ağırlık çökmüştü ama Yelda ile kahve içmeyi de
özlemiştim. Yelda’nın da dediği gibi uzun bir gece bizi bekliyordu. Bu yüzden
Yelda masayı toplarken ben de kahve yapmaya koyuldum. Yelda masayı, bende
kahveleri hallettim ve karşılıklı olarak oturduk. Odayı biraz sessizlik
almıştı. Yelda’nın kafası öne eğik bir şekilde bekliyordu. Biraz bekledim daha
sonra Yelda’ya:
“Kahve nasıl olmuş?” dedim.
Yelda:
“Teşekkür ederim kuzum, ellerine sağlık, benden
uzun bir açıklama bekliyorsun. Kafanda ki tüm soruların cevabını alacaksın, o
gece sana yazmış olduğum mektubun öncesiyle, bugüne kadar geçen süreci eksiksiz
olarak anlatacağım.”dedi.
Yelda’yı bana bir şeyleri anlatması
için zorlayamazdım. Sonuçta yirmi yedi yaşında, kendi ayakları üzerinde duran
bir kadındı. Hiçbir şekilde Yelda’nın almış olduğu kararlar için Yelda’yı
sorgulayamazdım. Benim tek kızdığım konu Yelda benim her şeyimdi, ailemdi. Yeri
geldi: annem, yeri geldi kardeşim, babam olarak gördüm. Yelda’nın bana göre,
bir gün mektup yazıp, olan biten hiçbir şeyden haber vermeyen ve altı ay
ortalıktan kaybolması düşüncesizce yapılmış bir hareketti. Yelda her ne yaparsa
yapsın benim sevgim, Yelda’ya karşı düşüncelerim asla değişmezdi. Bu yüzden
altı aydır bu anı beklemiştim ama Yelda’ya cevabım şu olmuştu:
“Eğer anlatmak istiyorsan öyle anlat. Kendini
kötü hissedeceksen anlatmayabilirsin, ben hep seninleyim kuzum.” dedim.
Yelda biraz
alaycı bir şekilde gülerek:
“Gerçekten
böyle mi düşünüyorsun, altı aydır bu anı beklediğini düşünüyordum iyi
anlatmayayım” dedi.
Gülerek
yüzüme bakıyordu, şaka yaptığını düşünüyordum ve öyle de oldu.
Yelda: “
şaka şaka sakın ciddiye alma her şeyi anlatıyorum dedi.
Ve şu
cümlelerle başlamıştı.
Yelda:
“Hayatım en
başından bu yana sürprizlere gebe idi. Fakat ben yaşayacaklarımdan habersiz,
yaşadıklarımın yasını tutuyordum. Daha bir yaşımdayken hayat bana en büyük
sürprizini, benden anne ve babamı alarak yapmıştı. Anne ve baba şefkati
göremeden büyüdüm. Aslında ikimizde bu şekilde başladık birbirimizin hayatı
benzer. Mert’e ne kadar değer verdiğimi en iyi bilenlerdensin Canan. Sana o
mektubu yazmadan önce ki gün Mert’in doğum günüydü. Ona dışarıda sürpriz bir
akşam yemeği planladığımı biliyorsun. Bu yaşadığım altı aylık sürecin
başlangıcı o gecenin son saatleriydi. Yemekten sonra sahile gittik ve oturduk.
O gece Mert’in bana söylemek istediği şeyler varmış. Mert ile koskoca beş
yıllık birlikteliğimiz vardı ve ben Mert’in bana evlilik teklifi yapacağını
düşünüyordum. Lakin o gece düşüncelerimin tam tersi oluyordu. Mert konuşmaya
çalışıyordu, konuşurken zorlanıyordu. Bir ara konuşmamız benim bir ailem
olmamasına geldi. Daha Mert’in ne anlatmaya çalıştığını anlayamamıştım. Biraz
kızarak Mert lütfen açık konuşur musun? benimle dedim. Mert benden aldığı güçle
mi bilemiyorum sanki yıllardır o anı bekliyormuş gibi sözlerini ardı sıra
sıralamıştı.
Yıllarımı
verdiğim adam bana ailem olmadığı için annesi ve babasının
bu
birlikteliğimize karşı olduğunu söylüyordu. Onun için özenle hazırladığım
mutluluğu için uğraştığım o gece de bana ayrılıktan bahsediyordu. Ayrılık evet
olabilirdi insanların hayatında bu normal bir şeydi benim hayal kırıklığım en
değer verdiğim geleceğe dair hayaller kurduğum insanın sanki benim elimdeymiş
gibi ailemin olmamasından yıllar sonra şikayetçi idi. Bu bahaneyle yıllar sonra
karşıma gelmemeliydi. Her zaman derim ki hayatımız sürprizlerle dolu bu
sürprizler her zaman iyi olacak diye bir şey yoktu ama ben yirmi yedi yıllık
hayatımda ikinci kez yıkılıyordum ve kendimi nasıl toplayacağımı bilmiyordum. O
saatler ve akabinde almış olduğum kararlar sağlıklı kararalar değildi zaten sağlıklı
bir birey olarak o mektubu yazmadım. Tek istediğim biraz uzaklaşmaktı hiç
bilmediğim, görmediğim yerlerde tekrar yenilenip kendime gelmekti. Mektubu
bıraktıktan sonra kendim otogarda buldum. Uzun bir yolculuğa ihtiyacım vardı ve
hiçbir planım yoktu.
Otogarda bir bankta iki saat boyunca oturdum.
Ağlıyordum çaresizce ama ellerimden gelen bir şey yoktu. O an kendim için
yaptığım en iyi şey ağlamaktı sanırım ağladıkça rahatlıyordum. Bir an o otogar
kargaşasında bir beyefendi bağırıyordu “ Aydın, Aydın… Hanım efendi nereye
gideceksiniz? Dedi.” Kafamı kaldırdım ve baktım ki beyefendi yanıma gelmiş bana
sesleniyormuş biran duraksadım ve Aydın dedim. On dakikaya otobüsün kalkacağını
hemen bilet almamı söyledi. Bende o an hiç sorgulamadan gidip biletimi aldım.
On dakika sonra kendimi İstanbul’dan, Aydına giden 22:30 otobüsünde buldum. Bu
koca şehirden gidince sanki her şeyi burada bırakacakmışım gibi hissediyordum.
Eminim ki neden Aydın diye soruyorsun şuan kendi kendine şöyle cevaplayayım o
an kafamı otobüsün camına yaslamak istedim ve bileti alıp yola çıktım yani bir
özelliği yoktu benim için. Muavin gelip
nereye gideceğimi sordu, bende Aydın otogar dedim. Nereye nasıl gideceğimi
bilmiyordum. Sonra kafamı tekrar cama yasladım ve öyle güzel uyumuşum ki muavinin
hanımefendi sesiyle irkilerek uyandım. Yaklaşık yedi saattir yani tüm yolculuğu
uyuyarak geçirmişim. Muavin “Aydın otogara geldiğimizi söyledi ve sırt çantamı
alıp otobüsten indim ilk defa bir yolculuk bu kadar kısa sürmüştü benim için.
Biliyorsun ki otobüs yolculukların aslında hep şikayetçi olurdum. Otobüsten
iner inmez hemen taksi diye bağıran taksicilerin arasından hızlı adımlarla
sıyrılarak bir çay ocağına oturdum. Saat altı civarlarıydı masaya oturdum ve
bir bardak demli çay istedim. Bir planım yoktu plan yapmadan ilerliyordum. Bir,
iki, üç derken beş bardak çay içmiştim ben çayla dertleşirken gecenin yerini
aydınlık alıyordu ağlamaktan oluşan şiş gözlerimle etrafı süzmeye başladım. Hem
ruhen hem de bedenen iflasın eşiğine gelmiş bir Yelda, hiç bilmediği bir şehrin
otogarında çaresizce bekliyordu.
O an şu
cümleleri mırıldandım kendi kendime:
“Hayat,
Şehirlerarası
otobüs yolculuğuna benzer,
Kafanı cama
yaslayıp,
Bir elveda
bile diyemezsin,
Geride
bıraktıklarına.”
Yıllarımı verdiğim adama bir elveda bile diyememiştim, son bir kez sarılamamıştım eskisi gibi. “ Eskisi gibi” çünkü o adam benim yıllarımı verdiğim adam değildi. Artık benim için aslında tanıyamadığım eski bir tanıdıktan ibaretti. Yolumda arkadaşlık eden sırt çantamı sırtıma alıp yavaş yavaş yürümeye başladım, Aydın sokaklarına doğru. Git gide küçücük sırt çantam öyle ağırlaşıyordu ki sanki tüm yorgunluğumu çantama koyup gelmiştim. Bütün acımı, derdimi, sıkıntımı sırtımda taşıyordum. Oysa hepsini o herkesin hayran olduğu koca şehirde bırakmak için yeni bir şehre gelmiştim.
2.bölüm
Hiç
bilmediğim, varlığından bile haberdar olmadığım Aydın’ın sokaklarında şunu
düşünmüştüm; bu hayatta varlığımın bedelini sevdiklerimin yokluğuyla ödemiştim
ve ödemeye de devam ediyordum. Bu daha ne kadar devam edecekti böyle, ne zaman
hayat bana da gülecekti. Sabah bir yerlere yetişme telaşıyla sağa sola
koşuşturan insanlar akın akın üzerime geliyordu. İnsanlara çarpmamak için bir
sağa bir sola gidiyordum. Sonunda dayanamayıp ilk bulduğum bankta derin bir
soluk aldım. Sonra ah dünya yolda yürürken bile birilerini düşünen, verici
taraf ben oluyorum dedim. Ben insanları rahatsız etmemek için sağa sola
çekilirken insanların bana çarpmamak için bir harekette bulunmamaları üzmüş
olsa da elimden hiçbir şey gelmiyordu.
Bir gün bir
kitapta okuduğum şu cümleler geldi aklıma:
Ne
fikirlerimle ne de kalbimle, kesinlikle, bu çağı temsil etmiyorum.
Bulunduğum
durumu açıklayan ne de güzel bir sözdü. Ben ne kalbimle ne de fikirlerimle bu
çağın yolcusu değildim.27 senelik hayatımı Aydın’ın hala o adını bilmediğim
sokağında ki pembe bankta film şeridi gibi gözlerimin önünden geçirmeye
başladım. Bu yaşıma kadar elimde olmayan sebeplerden dolayı fazlaca hüzne ve
kedere boğulmuştum. Altını çiziyorum, elimde olmayan sebeplerden dolayı. Buna
müdahale etme gibi bir durumum yoktu.
Derken biran kendime geldim. Kış uykusuna dalmış ve aylar sonra kendine
gelmiş gibi irkildim ve bulunduğum yeri sorguladım. Kendimi topladım ve ayağa
kalktım. Bir kaç adım attıktan sonra aklıma Aydın Kuş adasında yaşayan
üniversiteden sınıf arkadaşım Aylin geldi. Hemen telefonu elime aldım ve
heyecan içinde birazda ya açmazsa korkusu ile aradım o korku gerçek olmuştu ki
açmadı. Her neyse telefonu çantama bıraktım ve elim cüzdanıma gitti. Hedefi
olmayan bir yolcuydum cebimdeki parayı doğru kullanmam gerekiyordu. Tüm paramı
saydım ve çokta param kalmamıştı. Kira, faturalar, doğum günü falan derken bana
üç beş gün sonra sıkıntılar yaşatabilirdi. Ama gece bir otelde kalmam
gerekiyordu dışarıda kalamazdım. Başka bir şehre geçmek geldi aklımdan fakat
tüm yorgunluğumu, tabi ki bedenen, atmak istiyordum. Aklı başında bir plan
yaparak ilerlemek içinde bana fırsat olacağını da düşündüm. Sokakta ilerlerken
pansiyon tarzında küçük bir motel buldum. Tam adımımı atarken telefonum çaldı,
arayan Aylin’di. Büyük bir heyecanla hemen telefonu açtım. Aylin şansıma Kuş
adasındaymış. Aydın’da olduğumu söyleyince hemen beni Kuş adasına davet etti.
Hemen telefonu daha kapatmadan otogara doğru yürümeye başladım. Aylin beni
otogarda karşılayacağını söyledi ve kapattı.
Plansız çıktığım yolculukta güzel şeyler
olmaya başladı. Bunun heyecanı ile Kuş adasına giden ilk otobüse biletimi
aldım. Otogar kargaşasında otobüsümün kalkış saatini beklemeye başladım. Çantam
da ki şiir kitabımı çıkardım ve açtığım ilk sayfa da Can Yücel’e ait olan şu
şiir ile karşılaşmıştım.
KAYIP ÇOCUK
Birden
işitilmez olsun ayak seslerim;
Gölgem bir
başka sokağa bakıversin;
Unutayım bir
anda her şeyi,
Nerde
oturduğumu,
Bir tuhaf
adem olduğumu Can adında.
Aklım
arayadursun başka kapılarda kısmetimi,
Ben,
bilmediğim sokaklarda bir başıma;
Gönlüm
öylesine geniş, öyle ferah,
İlk defa
görmüş gibi dünyayı,
Bir
şaşkınlık içinde, yeniden doğmuş gibi;
Hatırlamam
artık değil mi, dostlar,
Hatırlamam
artık garipliğimi?
Kitabı karıştırırken ilk açtığım şiirdi. Yıllar önce Can Yücel’in yazmış
olduğu şiirinde, yıllar sonra ben kendimi buluyordum. Şiiri tekrar tekrar
okudum ve her okuyuşumda farklı duygulara dalıyordum. Kimi insanlar var şiiri
sevmeyen, kimi insanlar vardı hayatında bir dörtlük olsun okumamış. Oysaki usta
kalemlerde yazılmış şiirler, hayatı anlamamız noktasında bize şifreler veren
özel yazılardı. Bir şiiri okuyup şifreleri kırarken bir saat geçmişti ve Kuş
adasına yolculuğuma başlamak için otobüsteki yerime geçtim ve otobüsün
kalkmasını bekledim.
Otobüsün otogardan çıkmasıyla beraber
yorgunluğumu hissetmeye başlamıştım. Oturduğum koltuk o kadar rahat geliyordu
ki sanki kendi evimde ki yatağımda uzanıyormuş gibiydim. Cama kafamı yaslar
yaslamaz bir anda uykuya daldım. Uykum çok kısa sürmüştü çünkü Aydın ile Kuş
adası arası çok uzun değildi, bir buçuk saat gibi kısa bir sürede Kuş adasına
ulaşmıştık.
Muavin valizimin olup olmadığını sordu
bende olmadığını söyledim ve sırt çantama alıp indim. O an aklıma şu şiir
gelmişti sessizce hepimizin bildiği şu dizeleri mırıldandım:
Bağlanmayacaksın
Bağlanmayacaksın bir şeye, öyle körü körüne
O olmazsa yaşayamam demeyeceksin
Demeyeceksin işte.
Yaşarsın çünkü.
Öyle beylik laflar etmeye gerek yok ki.
Çok sevmeyeceksin mesela. O daha az severse kırılırsın
Senin onu sevdiğinden.
Çok sevmezsen, çok acımazsın
Çok sahiplenmeyince, çok ait de olmazsın hem.
Hatta elini ayağını bile çok sahiplenmeyeceksin.
Senin değillermiş gibi davranacaksın.
hem hiçbir şeyin olmazsa, kaybetmekten de korkmazsın.
Onlarsız da yaşayabilirmişsin gibi davranacaksın.
Çok eşyan olmayacak mesela evinde.
Paldır küldür yürüyebileceksin.
İlle de bir şeyleri sahipleneceksen,
Çatıların gökyüzüyle birleştiği yerleri sahipleneceksin.
Gökyüzünü sahipleneceksin,
Güneşi, ayı, yıldızları...
Mesela kuzey yıldızı, senin yıldızın olacak.
O benim diyeceksin.
Mutlaka sana ait olmasını istiyorsan bir şeylerin...
Mesela gökkuşağı senin olacak.
İlle de bir şeye ait olacaksan, renklere ait olacaksın.
Mesela turuncuya, ya da pembeye.
Ya da cennete ait olacaksın.
Çok sahiplenmeden, çok ait olmadan yaşayacaksın.
Hem her an avuçlarından kayıp gidecekmiş gibi,
Hem de hep senin kalacakmış gibi hayat.
İlişik yaşayacaksın. Ucundan tutarak.
Çok eşyan olmayacaktı hayatta, hiç düşünmeden kalkıp gidebilecektin.
Eşyam azdı, peki ya yaşamak istemeyipte yaşadıklarım ne olacaktı. Yani
dertlerim bir çantaya gerek yoktu hepsi benimle geliyordu.
Etrafıma bakınırken “ Yelda, Yelda” seslerini duydum. Arkamı döndüm ve
Aylin kollarını açmış bana doğru geliyordu. Bu sarılmaya benim de ihtiyacım
vardı ben de hemen kollarımı açarak Aylin’e doğru koştum. Otogarda doyasıya
sarıldık. Aylin ile görüşmeyeli uzun zaman olmuştu. Ayaküstü birkaç sohbetten
sonra arabasına doğru yürümeye başladık.
Aylin “Hayırdır deli kız hangi rüzgar
getirdi seni buralara” dedi.
Biraz duraksadım, Aylin’e baktım bir şey diyemedim.
Aylin “Anlaşılan baya sert bir rüzgar
daha sonra konuşuruz” dedi.
Uzun
zamandır Aylin’i ilk görüşümden olacak ki eve gidene kadar eskilerden
üniversite döneminde ki anılarımızdan bahsettik. Birkaç gündür ilk defa yüzüm
gülüyordu ve çok kısa bir süre de olsa aklımdan çıkmıştı yaşadıklarım. Aylin
ile otogardan evine kadar süren yolculuğumuzda birisiyle konuşmanın iyi
geldiğini hissettim. Kuş adasının sadece adını duymuştum ilk defa adımımı
atıyordum. İlk izlenimlerim güzeldi. Her neyse ilk olarak Aylin’in evine
geldik. Kocaman bir evi vardı. Tek başına yaşayan birisi için çok büyük
olduğunu düşünüyordum fakat birazdan göreceklerim bu düşüncemi değiştirdi.
Aylin’in kedi sevgisini üniversite yıllarından biliyordum fakat bu denli
olduğunu hayal bile edemedim. Evin içinde beş kedi ile beraber yaşıyordu.
Kedilerin ismini de üniversitede ki en yakın arkadaşlarının isimlerini vermiş.
O beş kediden birisinin ismi de Yelda idi. Hemen Yelda ile beni tanıştırdı. İsmini
o kadar iyi öğrenmiş ki her Yelda dediğim de hemen yanıma koşuyordu. Bana
Yelda’nın hikayesini anlattı gece iş çıkışı yolda ilerlerken bulmuş. Bir araba
çarpmış ve kaçmış. Aylin ise hemen kediyi veterinere götürmüş. On beş gün
Aylin’în evinde yaşam mücadelesi vermiş hem hikayesinden dolayı hem de çok
güçlü olduğu için bu kediye benim ismimi verme kararı almış. Aylin hikayeyi
anlatırken biz Yelda ile iyice kaynaştık sürekli benimle oyun oynamak
istiyordu. Aylin kedilerin mamalarını hazırlamış tek tek isimlerini söylüyordu.
İsmini söylediği kedi hemen geliyor yemeğini yemeye başlıyordu. İsimleri
duyunca bir an üniversite yıllarıma gittim. Hiç bitmesini istemediğimiz
yıllarımızdı.
Kalbime demir atmış sevdan kelebek misali ömrüm bir göz açıp kapayana kadar sırtlandım sana olan sevgimi dur durak bilmeden son nefesimi ver...