16 Kasım 2020 Pazartesi

hayatım hep sürprizlere gebe idi.

 

Hayatım,hep sürprizlere gebe idi,

Ben ki yaşayacaklarımdan habersiz,
Yaşadıklarımın yasını tutuyordum.
Ve birgün,
Tıpkı her evin duvarında asılı olan
Bir takvim yaprağını yırtıp attığın gibi,
Geriye dönüp baktığında
Hiçbir anlamının,
Hiçbir değerinin
ve
Hiçbir gerçekliğinin
Kalmadığını fark edeceksin,
O eski fotoğraflarında ki gülüşünün.


14 Kasım 2020 Cumartesi

Sesimi Duyan Var Mı Bu Gece


Şehirler arası otobüs yolculuğuna benziyordu hayatım
Otobüsün camına yaslandım
ve
Bir hoşça kal bile diyemedim
Geride bıraktıklarıma .
Uzaktan öyle uzaktan
Gözyaşlarıyla veda ettim
Şehrin tüm sokaklarına
Bedenim benden habersiz
Başka bir şehre taşınırken 
Duygularımı yazdığım şiirlerime hapsettim. 

KELEBEKLERE Mİ ÖZENDİN?


 

 

 

 

 

 

 

 

 

     


“Hayatım en başından bu yana sürprizlere gebe idi. Fakat ben yaşayacaklarımdan habersiz, yaşadıklarımın yasını tutuyordum.”

 




                                


                               - MUHAMMET TATLI'NIN KALEMİNDEN...

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

KELEBEKLERE Mİ ÖZENDİN?

 

  Yıllardandır her sabah saat 07: 00’da çalan alarmla uyanmanın vermiş olduğu alışkanlıkla on beş dakika daha uyuyabilmek için çalan alarmı yataktan elimi uzatıp kapatmaya çalışıyordum. Alarmın düğmesine bastıkça alarm daha da şiddetleniyordu. Çalan alarmı duymamak için yorganı başımın üzerine çekip kendimi alarm sesinden izole etmeye çalışıyordum. Fakat alarmın sesini kapıya vurma sesi alınca bir an duraksadım ve başucumda duran telefonumu elime alıp saate bakmıştım. Pencereden yüzüme vuran ay ışığı eşliğinde saatin daha beş olduğunu ve çalan şeyin alarm olmadığını anladım ve birazda korkuyla yataktan fırladım. Sabah saatin beşinde kapım çalınıyordu ve kim olduğunu bilmiyordum. Biraz korkarak birazda aslında merak içinde kapıya doğru koşar adımlar eşliğinde ilerledim. Kapıya doğru ilerlerken bir anda duraksadım ve aklıma kahvaltı yaparken gazetelerin üçüncü sayfasında okuduğum kadın cinayetleri gözümden geçiyordu. Herkesin hayran olduğu koca şehir denilen İstanbul da beşinci yılımdı ve ilk defa bu saatte kapımın zili çalınıyordu. Yavaş yavaş korkumu içimde oluşan kim merakı bastırıyordu. Hızlı bir şekilde mutfağa geçip hep filmlerde gördüğüm tavayı elime alıp kapıya ulaştım.

       Zil bir anda duraksamıştı ve o anda merakım baskın geldi ve titrek bir sesle:

“Kim o?”dedim.

Zarif ve narin bir sesle birazda özlem belirten bir şekilde kulağıma gelen o ses:

“Ben” dedi.

Aman tanrım dedim. Altı aydır biriktirdiğim özlemle kapıyı öyle bir açmıştım ki bütün apartman kapının sesini duymuş olmalı ki karşı dairede ki Kemal amca ve tonton eşi de olan biteni anlamak için kapıya çıkmışlardı.

     Karşımda altı aydır haber alamadığım canım arkadaşım, annem, babam, ailem kısaca her şeyim olan Yelda duruyordu. Ona bir an önce sarılmak için can atarken Kemal amca ve eşine sorun olmadığını söyledim ve çıktıkları için teşekkür ettim. Kemal amca kapıyı kapatır kapatmaz hemen Yelda’ya sarıldım. Sanırım beş dakika boyunca ağlayarak birbirimize sarılmıştık. Altı aylık birbirimize biriktirdiğimiz özlemi kapıda sarılarak gideriyorduk. Yelda sulu gözlerle:

“ Beni içeriye almayacaksın galiba Canan” dedi.

    O kadar çok özlemiştim ki kapıda olduğumuzu bile unutmuştum aslında. Hemen bu anın rüya olup olmadığını anlamak için kendimi tokatlıyordum rüya değildi, Yelda karşımda duruyordu. Hemen sırtındaki çantayı aldım ve içeriye girdik. Gözyaşlarım yerini mutluluğa bırakmıştı karşılıklı olarak koltuklara oturduk. Biraz sitemli bir şekilde:

“Hoş geldin evine kuzum” dedim.

   Yelda’nın yorgunluğu, uykusuzluğu yüzünden okunuyordu. Yorgun ve bitkin bir şekilde Yelda:

“Hoş buldum kuzum” dedi.

   Biraz birbirimize baktık, aslında cevaplanması gereken binlerce soru vardı. Yelda aklımı okumuş gibi hemen:

 “Bütün sorularına cevap vereceğim ama uyumam gerekiyor artık buradayım bir yere gitmeyeceğim söz” dedi.

   Yorgunluğu ve uykusuzluğu her halinden belliydi. Hiçbir şey söylemeden hemen ona yardım ederek onu odasına götürdüm. Üzerini bir anne şefkatiyle örterek alnına öpücük kondurdum. Arkamı döndüm ve gözümü alan ışığı söndürdüm. Kapıdan çıkıyordum ki Yelda:

“İyi ki varsın Cananım” dedi.

Bende hemen aynı şekilde:

 “Sende iyi ki varsın kuzum” dedim ve sessizce kapıyı kapattım.

      Sabah işe gideceğim aklıma geldi uyumam gerektiğini düşündüm. Uykum kaçmıştı. Zorda olsa biraz uyumalıydım yatağa geçtim uyumak için ama uyuyamıyordum saate baktım ve uyanma vaktim yaklaşıyordu aklımdan kahve yapmak geçti ama Yelda’yı uyandırmamak için bu düşüncemden vazgeçtim. Yatağa oturdum ve sağıma soluma bakınırken dolapta bulunan fotoğraf albümü gözüme çarptı. Yavaş bir şekilde kalkıp albümü aldım. Yatağa geçip albümümün ilk fotoğrafını açtım.

      Ben ve Yelda hem yetim hem de öksüzdük. Yelda ile yetiştirme yurdunda tanışmıştık. Yelda annesini ve babasını bebekken bir trafik kazasında kaybetmiş. Benim durumum ise aslında biraz daha farklı idi, bir babam vardı ve yaşıyordu ama benim için ölmüştü. Babam eve hep sarhoş gelirdi annemin elinde avucunda ne varsa alırdı. Şuan hayal meyal hatırlıyorum. Aslında hiç unutmadım dört yaşına girdiğim gece, yani doğum günümde annem ben çok istediğim için bana küçük bir doğum günü pastası almıştı. Gece mumları üfleyecektim ki babam sarhoş bir şekilde yine eve geldi annemden para istiyordu. Annem yok dedikçe dövmeye başlamıştı. Korkudan ağlıyordum küçük bir çocuk için anne her şeydi ve benim her şeyimi sarhoş babam dövüyordu. Pastayı gören babam daha da şiddetlendi hani para yoktu diyerek pastayı camdan dışarıya attı. O cani adam anneme öyle vuruyordu ki koştum yapma diye kolundan tuttum ama bana da vuruyordu hiç acımadan. Annem bayılmıştı ya da ben bayıldığını zannediyordum, babam gitmişti, sabaha kadar annemin uyanmasını beklemiştim ama annem ölmüştü, bilmiyordum çocuktum. Annemin öldüğünü toprağa koyarlarken anlayabilmiştim. Annemi döverek öldürdü o cani adam! Onu da hapishaneye götürdüler beni de çocuk yetiştirme yurduna götürmüşlerdi. Çocuk yetiştirme yurdundaki ilk gün konuştuğum Yelda idi bana sarılmıştı. Yelda üç senedir oradaymış bana kucak açmıştı. İşte bizim Yelda ile tanışmamız böyle olmuştu. O günden sonra hiç ayrılmadık lakin bir mart günü mektup bırakıp gidene kadar. Tam altı aydır ayrıydık nerede olduğu, kimle olduğu hakkında hiçbir fikrim yoktu ve ilk defa bu kadar uzun süre ayrı ve birbirimizden habersizdik. Yarın kafamdaki tüm soruları yöneltecektim. Akşamın olmasını iple çekiyorum ama on beş dakika içinde hazırlanıp yola çıkmazsam işe geç kalacaktım. Hemen hazırlandım ve yola çıktım ben işteyken Yelda iyice dinlenir ve akşam yemekten sonra uzun uzadıya konuşurduk nasıl olsa gelmişti, içip rahatlamıştı.

     Akşam için ve ardından gelecek olan pazar tatili için, önce aşmam gereken kocaman bir İstanbul trafiği vardı. Aklımdan taksiye binmek geldi ama İstanbul şartlarında yaşıyorsanız ay sonu için planlı olmanız gerekiyordu. Kalbim taksiden yana aklımsa her zaman ki gibi Metrodan yana idi. Aslında her gün bu ikilemi yaşıyordum fakat kazanan hep aklım ve mantığım oluyordu. Bir gün kendi arabamı aldığım da bu iki seçenekte devre dışı kalacaktı ama sekreter maaşıyla bu iki şıkkı devre dışı bırakmak zor değil, imkansız gibi bir şey olarak gözüküyordu.

Haftanın son iş günü bekleyen binlerce iş gözümü, 

Yelda ne yapıyor?

Uyandı mı?

Kahvaltı yaptı mı? gibi sorularda aklımı yoruyordu.

       İşe kendimi kaptırmıştım, zaman hızlı geçiyordu. Saat akşamüzeri beş civarları son işleri de halledip eve doğru yola koyuldum. Eve varmadan önce markete uğrayıp birkaç şey aldım. Evde Yelda olduğu için kapının ziline bastım. Bir iki dakika bekledim art arda basınca içeriden Yelda’nın sesi geldi:

 “Geldim. Birazcık bekle” dedi.

  Tam çantamdan anahtarımı çıkarıyordum ki kapı açıldı. Yelda elleri hamurlu bir şekilde açmıştı. Kapı açılır açılmazda burnuma güzel güzel yemek kokuları geliyordu. Anlaşılan yemekler tatlılar bugün Yelda hanımdan idi. Bir an gözüme eski günlerimiz geldi. Yelda işten hep benden önce gelirdi yemekleri hazırlar beni beklerdi. Kaldığımız yerden devam ediyor gibiydik bugün. Yelda mutlu gözüküyordu, sabah ki yorgunluğundan eser kalmamıştı. Hemen boynuma atlayıp beni kolları arasına aldı ve Yelda:

 “Hoş geldin kuzum, ben de senin en sevdiğin kurabiyeyi yapıyordum. Yemek hazır, masayı hazırladım. Üzerini değiştir gel hadi, bugün bendensin benim yemeklerimi özlemişsindir” dedi.

Bende gülerek:

“Bu yaptıkların suçunu affettirmez Yeldacığım, beş dakikaya geliyorum “dedim.

    Aylardır pizza yemekten bıkmıştım, bugün bir güzel karnımı doyuracaktım hem de eski günlerde ki gibi Yelda’nın yemekleriyle. Yelda geri gelmişti, yarın pazardı, kafam çok rahattı aylardır ilk defa rahat bir pazar geçireceğim için de çok mutluydum. Lavaboda elimi yüzümü yıkayıp, üzerimi değiştirdim ve masaya geçtim. Masaya baktığımda Yelda’nın sabahtan bu yana yemek yaptığını düşünmüştüm. Tek eksik aslan sütü dedikleri kadar vardı. Ben masayı süzerken, Yelda da masaya geldi ve karşıma oturdu.

       Birbirimize baktık ve ikimiz de gülüyorduk. Oturduğumuz sandalyelerden kalkıp sıkıca birbirimize sarıldık. Aslında Yelda’ya kızgınlığım geçmişti. Yapmış olduğu benim açımdan ne kadar yanlış olsa da sonuçta Yelda benim her şeyimdi. Gitme kararını alırken de belli sebepleri olduğunu, kendince doğruları olduğunu düşünüyordum. Yemekten sonra uzun uzadıya sürecek kahve sohbetimiz ve Yelda’nın olan biten her şeyi anlatacağı evreye geçmek istiyordum. Duraksadım, Yelda’nın gözlerine bakarak:

  “Bak bak eserinle övün, eskisi gibi kollarınla saramıyorsun beni, pizza yemekten ne hale geldim. Hadi biran önce masaya geçelim çok açım yemeğimizi yiyelim. Yemekten sonra özlem gidermeye devam ederiz.” dedim.

   Yemeğe geçmiştik, bugüne özel sevdiğim ne varsa onları yapmış benim için Yelda. Aylardır özlediğim aile ortamına Yelda’nın gelmesiyle kavuşmuştum. Cevapsız kalan sorularımın cevaplarını almak için hızlı bir şekilde yemeği yedim. Yelda’ya da hızlı yemesini söylemiştim. Yemek olabildiğince lezzetli olmuştu.

  Yelda’ya bakıp:

 “Ellerine sağlık kuzum, gerçekten çok güzel olmuş.” dedim.

   Yelda da bana:

 “Afiyet olsun kuzum, yemekler bendendi, artık kahveleri de senin ellerinden içeriz. Benim kahvem büyük boy olsun, galiba gece uzun sürecek.” dedi.

  Bende hemen gülerek:

 “Hay hay efendim ne demek, eğer isterseniz iki lira farkla yumuşak sohbetli bir kahve yapabilirim.” dedim.

   Uzunca gülüştük, aslında masadan hiç kalkmak istemiyordum, üzerime ağırlık çökmüştü ama Yelda ile kahve içmeyi de özlemiştim. Yelda’nın da dediği gibi uzun bir gece bizi bekliyordu. Bu yüzden Yelda masayı toplarken ben de kahve yapmaya koyuldum. Yelda masayı, bende kahveleri hallettim ve karşılıklı olarak oturduk. Odayı biraz sessizlik almıştı. Yelda’nın kafası öne eğik bir şekilde bekliyordu. Biraz bekledim daha sonra Yelda’ya:

 “Kahve nasıl olmuş?” dedim.

Yelda:

 “Teşekkür ederim kuzum, ellerine sağlık, benden uzun bir açıklama bekliyorsun. Kafanda ki tüm soruların cevabını alacaksın, o gece sana yazmış olduğum mektubun öncesiyle, bugüne kadar geçen süreci eksiksiz olarak anlatacağım.”dedi.

 

        Yelda’yı bana bir şeyleri anlatması için zorlayamazdım. Sonuçta yirmi yedi yaşında, kendi ayakları üzerinde duran bir kadındı. Hiçbir şekilde Yelda’nın almış olduğu kararlar için Yelda’yı sorgulayamazdım. Benim tek kızdığım konu Yelda benim her şeyimdi, ailemdi. Yeri geldi: annem, yeri geldi kardeşim, babam olarak gördüm. Yelda’nın bana göre, bir gün mektup yazıp, olan biten hiçbir şeyden haber vermeyen ve altı ay ortalıktan kaybolması düşüncesizce yapılmış bir hareketti. Yelda her ne yaparsa yapsın benim sevgim, Yelda’ya karşı düşüncelerim asla değişmezdi. Bu yüzden altı aydır bu anı beklemiştim ama Yelda’ya cevabım şu olmuştu:

 “Eğer anlatmak istiyorsan öyle anlat. Kendini kötü hissedeceksen anlatmayabilirsin, ben hep seninleyim kuzum.” dedim. 

Yelda biraz alaycı bir şekilde gülerek:

“Gerçekten böyle mi düşünüyorsun, altı aydır bu anı beklediğini düşünüyordum iyi anlatmayayım” dedi.

Gülerek yüzüme bakıyordu, şaka yaptığını düşünüyordum ve öyle de oldu.

Yelda: “ şaka şaka sakın ciddiye alma her şeyi anlatıyorum dedi.

Ve şu cümlelerle başlamıştı.

Yelda:

“Hayatım en başından bu yana sürprizlere gebe idi. Fakat ben yaşayacaklarımdan habersiz, yaşadıklarımın yasını tutuyordum. Daha bir yaşımdayken hayat bana en büyük sürprizini, benden anne ve babamı alarak yapmıştı. Anne ve baba şefkati göremeden büyüdüm. Aslında ikimizde bu şekilde başladık birbirimizin hayatı benzer. Mert’e ne kadar değer verdiğimi en iyi bilenlerdensin Canan. Sana o mektubu yazmadan önce ki gün Mert’in doğum günüydü. Ona dışarıda sürpriz bir akşam yemeği planladığımı biliyorsun. Bu yaşadığım altı aylık sürecin başlangıcı o gecenin son saatleriydi. Yemekten sonra sahile gittik ve oturduk. O gece Mert’in bana söylemek istediği şeyler varmış. Mert ile koskoca beş yıllık birlikteliğimiz vardı ve ben Mert’in bana evlilik teklifi yapacağını düşünüyordum. Lakin o gece düşüncelerimin tam tersi oluyordu. Mert konuşmaya çalışıyordu, konuşurken zorlanıyordu. Bir ara konuşmamız benim bir ailem olmamasına geldi. Daha Mert’in ne anlatmaya çalıştığını anlayamamıştım. Biraz kızarak Mert lütfen açık konuşur musun? benimle dedim. Mert benden aldığı güçle mi bilemiyorum sanki yıllardır o anı bekliyormuş gibi sözlerini ardı sıra sıralamıştı. 

Yıllarımı verdiğim adam bana ailem olmadığı için annesi ve babasının

bu birlikteliğimize karşı olduğunu söylüyordu. Onun için özenle hazırladığım mutluluğu için uğraştığım o gece de bana ayrılıktan bahsediyordu. Ayrılık evet olabilirdi insanların hayatında bu normal bir şeydi benim hayal kırıklığım en değer verdiğim geleceğe dair hayaller kurduğum insanın sanki benim elimdeymiş gibi ailemin olmamasından yıllar sonra şikayetçi idi. Bu bahaneyle yıllar sonra karşıma gelmemeliydi. Her zaman derim ki hayatımız sürprizlerle dolu bu sürprizler her zaman iyi olacak diye bir şey yoktu ama ben yirmi yedi yıllık hayatımda ikinci kez yıkılıyordum ve kendimi nasıl toplayacağımı bilmiyordum. O saatler ve akabinde almış olduğum kararlar sağlıklı kararalar değildi zaten sağlıklı bir birey olarak o mektubu yazmadım. Tek istediğim biraz uzaklaşmaktı hiç bilmediğim, görmediğim yerlerde tekrar yenilenip kendime gelmekti. Mektubu bıraktıktan sonra kendim otogarda buldum. Uzun bir yolculuğa ihtiyacım vardı ve hiçbir planım yoktu.

  Otogarda bir bankta iki saat boyunca oturdum. Ağlıyordum çaresizce ama ellerimden gelen bir şey yoktu. O an kendim için yaptığım en iyi şey ağlamaktı sanırım ağladıkça rahatlıyordum. Bir an o otogar kargaşasında bir beyefendi bağırıyordu “ Aydın, Aydın… Hanım efendi nereye gideceksiniz? Dedi.” Kafamı kaldırdım ve baktım ki beyefendi yanıma gelmiş bana sesleniyormuş biran duraksadım ve Aydın dedim. On dakikaya otobüsün kalkacağını hemen bilet almamı söyledi. Bende o an hiç sorgulamadan gidip biletimi aldım. On dakika sonra kendimi İstanbul’dan, Aydına giden 22:30 otobüsünde buldum. Bu koca şehirden gidince sanki her şeyi burada bırakacakmışım gibi hissediyordum. Eminim ki neden Aydın diye soruyorsun şuan kendi kendine şöyle cevaplayayım o an kafamı otobüsün camına yaslamak istedim ve bileti alıp yola çıktım yani bir özelliği yoktu benim için.  Muavin gelip nereye gideceğimi sordu, bende Aydın otogar dedim. Nereye nasıl gideceğimi bilmiyordum. Sonra kafamı tekrar cama yasladım ve öyle güzel uyumuşum ki muavinin hanımefendi sesiyle irkilerek uyandım. Yaklaşık yedi saattir yani tüm yolculuğu uyuyarak geçirmişim. Muavin “Aydın otogara geldiğimizi söyledi ve sırt çantamı alıp otobüsten indim ilk defa bir yolculuk bu kadar kısa sürmüştü benim için. Biliyorsun ki otobüs yolculukların aslında hep şikayetçi olurdum. Otobüsten iner inmez hemen taksi diye bağıran taksicilerin arasından hızlı adımlarla sıyrılarak bir çay ocağına oturdum. Saat altı civarlarıydı masaya oturdum ve bir bardak demli çay istedim. Bir planım yoktu plan yapmadan ilerliyordum. Bir, iki, üç derken beş bardak çay içmiştim ben çayla dertleşirken gecenin yerini aydınlık alıyordu ağlamaktan oluşan şiş gözlerimle etrafı süzmeye başladım. Hem ruhen hem de bedenen iflasın eşiğine gelmiş bir Yelda, hiç bilmediği bir şehrin otogarında çaresizce bekliyordu.

O an şu cümleleri mırıldandım kendi kendime:

“Hayat,

Şehirlerarası otobüs yolculuğuna benzer,

Kafanı cama yaslayıp,

Bir elveda bile diyemezsin,

Geride bıraktıklarına.”

 

 Yıllarımı verdiğim adama bir elveda bile diyememiştim, son bir kez sarılamamıştım eskisi gibi. “ Eskisi gibi” çünkü o adam benim yıllarımı verdiğim adam değildi. Artık benim için aslında tanıyamadığım eski bir tanıdıktan ibaretti. Yolumda arkadaşlık eden sırt çantamı sırtıma alıp yavaş yavaş yürümeye başladım, Aydın sokaklarına doğru. Git gide küçücük sırt çantam öyle ağırlaşıyordu ki sanki tüm yorgunluğumu çantama koyup gelmiştim. Bütün acımı, derdimi, sıkıntımı sırtımda taşıyordum. Oysa hepsini o herkesin hayran olduğu koca şehirde bırakmak için yeni bir şehre gelmiştim. 

                   2.bölüm


           Hiç bilmediğim, varlığından bile haberdar olmadığım Aydın’ın sokaklarında şunu düşünmüştüm; bu hayatta varlığımın bedelini sevdiklerimin yokluğuyla ödemiştim ve ödemeye de devam ediyordum. Bu daha ne kadar devam edecekti böyle, ne zaman hayat bana da gülecekti. Sabah bir yerlere yetişme telaşıyla sağa sola koşuşturan insanlar akın akın üzerime geliyordu. İnsanlara çarpmamak için bir sağa bir sola gidiyordum. Sonunda dayanamayıp ilk bulduğum bankta derin bir soluk aldım. Sonra ah dünya yolda yürürken bile birilerini düşünen, verici taraf ben oluyorum dedim. Ben insanları rahatsız etmemek için sağa sola çekilirken insanların bana çarpmamak için bir harekette bulunmamaları üzmüş olsa da elimden hiçbir şey gelmiyordu.

Bir gün bir kitapta okuduğum şu cümleler geldi aklıma:

Ne fikirlerimle ne de kalbimle, kesinlikle, bu çağı temsil etmiyorum.

Bulunduğum durumu açıklayan ne de güzel bir sözdü. Ben ne kalbimle ne de fikirlerimle bu çağın yolcusu değildim.27 senelik hayatımı Aydın’ın hala o adını bilmediğim sokağında ki pembe bankta film şeridi gibi gözlerimin önünden geçirmeye başladım. Bu yaşıma kadar elimde olmayan sebeplerden dolayı fazlaca hüzne ve kedere boğulmuştum. Altını çiziyorum, elimde olmayan sebeplerden dolayı. Buna müdahale etme gibi bir durumum yoktu.  Derken biran kendime geldim. Kış uykusuna dalmış ve aylar sonra kendine gelmiş gibi irkildim ve bulunduğum yeri sorguladım. Kendimi topladım ve ayağa kalktım. Bir kaç adım attıktan sonra aklıma Aydın Kuş adasında yaşayan üniversiteden sınıf arkadaşım Aylin geldi. Hemen telefonu elime aldım ve heyecan içinde birazda ya açmazsa korkusu ile aradım o korku gerçek olmuştu ki açmadı. Her neyse telefonu çantama bıraktım ve elim cüzdanıma gitti. Hedefi olmayan bir yolcuydum cebimdeki parayı doğru kullanmam gerekiyordu. Tüm paramı saydım ve çokta param kalmamıştı. Kira, faturalar, doğum günü falan derken bana üç beş gün sonra sıkıntılar yaşatabilirdi. Ama gece bir otelde kalmam gerekiyordu dışarıda kalamazdım. Başka bir şehre geçmek geldi aklımdan fakat tüm yorgunluğumu, tabi ki bedenen, atmak istiyordum. Aklı başında bir plan yaparak ilerlemek içinde bana fırsat olacağını da düşündüm. Sokakta ilerlerken pansiyon tarzında küçük bir motel buldum. Tam adımımı atarken telefonum çaldı, arayan Aylin’di. Büyük bir heyecanla hemen telefonu açtım. Aylin şansıma Kuş adasındaymış. Aydın’da olduğumu söyleyince hemen beni Kuş adasına davet etti. Hemen telefonu daha kapatmadan otogara doğru yürümeye başladım. Aylin beni otogarda karşılayacağını söyledi ve kapattı.

 

       Plansız çıktığım yolculukta güzel şeyler olmaya başladı. Bunun heyecanı ile Kuş adasına giden ilk otobüse biletimi aldım. Otogar kargaşasında otobüsümün kalkış saatini beklemeye başladım. Çantam da ki şiir kitabımı çıkardım ve açtığım ilk sayfa da Can Yücel’e ait olan şu şiir ile karşılaşmıştım.

 

KAYIP ÇOCUK

Birden işitilmez olsun ayak seslerim;

Gölgem bir başka sokağa bakıversin;

Unutayım bir anda her şeyi,

Nerde oturduğumu,

Bir tuhaf adem olduğumu Can adında.

Aklım arayadursun başka kapılarda kısmetimi,

Ben, bilmediğim sokaklarda bir başıma;

Gönlüm öylesine geniş, öyle ferah,

İlk defa görmüş gibi dünyayı,

Bir şaşkınlık içinde, yeniden doğmuş gibi;

Hatırlamam artık değil mi, dostlar,

Hatırlamam artık garipliğimi?

 

      Kitabı karıştırırken ilk açtığım şiirdi. Yıllar önce Can Yücel’in yazmış olduğu şiirinde, yıllar sonra ben kendimi buluyordum. Şiiri tekrar tekrar okudum ve her okuyuşumda farklı duygulara dalıyordum. Kimi insanlar var şiiri sevmeyen, kimi insanlar vardı hayatında bir dörtlük olsun okumamış. Oysaki usta kalemlerde yazılmış şiirler, hayatı anlamamız noktasında bize şifreler veren özel yazılardı. Bir şiiri okuyup şifreleri kırarken bir saat geçmişti ve Kuş adasına yolculuğuma başlamak için otobüsteki yerime geçtim ve otobüsün kalkmasını bekledim.

    Otobüsün otogardan çıkmasıyla beraber yorgunluğumu hissetmeye başlamıştım. Oturduğum koltuk o kadar rahat geliyordu ki sanki kendi evimde ki yatağımda uzanıyormuş gibiydim. Cama kafamı yaslar yaslamaz bir anda uykuya daldım. Uykum çok kısa sürmüştü çünkü Aydın ile Kuş adası arası çok uzun değildi, bir buçuk saat gibi kısa bir sürede Kuş adasına ulaşmıştık.

 

     Muavin valizimin olup olmadığını sordu bende olmadığını söyledim ve sırt çantama alıp indim. O an aklıma şu şiir gelmişti sessizce hepimizin bildiği şu dizeleri mırıldandım:

 

  Bağlanmayacaksın

Bağlanmayacaksın bir şeye, öyle körü körüne

O olmazsa yaşayamam demeyeceksin

Demeyeceksin işte.

Yaşarsın çünkü.

Öyle beylik laflar etmeye gerek yok ki.

Çok sevmeyeceksin mesela. O daha az severse kırılırsın


 Ve zaten genellikle o daha az sever seni,

Senin onu sevdiğinden.

Çok sevmezsen, çok acımazsın

Çok sahiplenmeyince, çok ait de olmazsın hem.

Hatta elini ayağını bile çok sahiplenmeyeceksin.

Senin değillermiş gibi davranacaksın.

hem hiçbir şeyin olmazsa, kaybetmekten de korkmazsın.

Onlarsız da yaşayabilirmişsin gibi davranacaksın.

Çok eşyan olmayacak mesela evinde.

Paldır küldür yürüyebileceksin.

İlle de bir şeyleri sahipleneceksen,

Çatıların gökyüzüyle birleştiği yerleri sahipleneceksin. 

Gökyüzünü sahipleneceksin,

Güneşi, ayı, yıldızları...

Mesela kuzey yıldızı, senin yıldızın olacak.

O benim diyeceksin.

Mutlaka sana ait olmasını istiyorsan bir şeylerin...

Mesela gökkuşağı senin olacak.

İlle de bir şeye ait olacaksan, renklere ait olacaksın.

Mesela turuncuya, ya da pembeye.

Ya da cennete ait olacaksın.

Çok sahiplenmeden, çok ait olmadan yaşayacaksın.

Hem her an avuçlarından kayıp gidecekmiş gibi,

Hem de hep senin kalacakmış gibi hayat.

İlişik yaşayacaksın. Ucundan tutarak.


 

    Çok eşyan olmayacaktı hayatta, hiç düşünmeden kalkıp gidebilecektin. Eşyam azdı, peki ya yaşamak istemeyipte yaşadıklarım ne olacaktı. Yani dertlerim bir çantaya gerek yoktu hepsi benimle geliyordu.

   Etrafıma bakınırken “ Yelda, Yelda” seslerini duydum. Arkamı döndüm ve Aylin kollarını açmış bana doğru geliyordu. Bu sarılmaya benim de ihtiyacım vardı ben de hemen kollarımı açarak Aylin’e doğru koştum. Otogarda doyasıya sarıldık. Aylin ile görüşmeyeli uzun zaman olmuştu. Ayaküstü birkaç sohbetten sonra arabasına doğru yürümeye başladık.

Aylin “Hayırdır deli kız hangi rüzgar getirdi seni buralara” dedi.

   Biraz duraksadım, Aylin’e baktım bir şey diyemedim.

Aylin “Anlaşılan baya sert bir rüzgar daha sonra konuşuruz” dedi.

    Uzun zamandır Aylin’i ilk görüşümden olacak ki eve gidene kadar eskilerden üniversite döneminde ki anılarımızdan bahsettik. Birkaç gündür ilk defa yüzüm gülüyordu ve çok kısa bir süre de olsa aklımdan çıkmıştı yaşadıklarım. Aylin ile otogardan evine kadar süren yolculuğumuzda birisiyle konuşmanın iyi geldiğini hissettim. Kuş adasının sadece adını duymuştum ilk defa adımımı atıyordum. İlk izlenimlerim güzeldi. Her neyse ilk olarak Aylin’in evine geldik. Kocaman bir evi vardı. Tek başına yaşayan birisi için çok büyük olduğunu düşünüyordum fakat birazdan göreceklerim bu düşüncemi değiştirdi. Aylin’in kedi sevgisini üniversite yıllarından biliyordum fakat bu denli olduğunu hayal bile edemedim. Evin içinde beş kedi ile beraber yaşıyordu. Kedilerin ismini de üniversitede ki en yakın arkadaşlarının isimlerini vermiş. O beş kediden birisinin ismi de Yelda idi. Hemen Yelda ile beni tanıştırdı. İsmini o kadar iyi öğrenmiş ki her Yelda dediğim de hemen yanıma koşuyordu. Bana Yelda’nın hikayesini anlattı gece iş çıkışı yolda ilerlerken bulmuş. Bir araba çarpmış ve kaçmış. Aylin ise hemen kediyi veterinere götürmüş. On beş gün Aylin’în evinde yaşam mücadelesi vermiş hem hikayesinden dolayı hem de çok güçlü olduğu için bu kediye benim ismimi verme kararı almış. Aylin hikayeyi anlatırken biz Yelda ile iyice kaynaştık sürekli benimle oyun oynamak istiyordu. Aylin kedilerin mamalarını hazırlamış tek tek isimlerini söylüyordu. İsmini söylediği kedi hemen geliyor yemeğini yemeye başlıyordu. İsimleri duyunca bir an üniversite yıllarıma gittim. Hiç bitmesini istemediğimiz yıllarımızdı.

Kalbime demir atmış sevdan kelebek misali ömrüm bir göz açıp kapayana kadar sırtlandım sana olan sevgimi dur durak bilmeden son nefesimi ver...